- GÖKLERİN VE YERİN TANRILARI -

İnsanın, yüz binlerce, hatta milyonlarca yıllık, acı verecek derecede yavaş yavaş seyreden gelişiminden sonra her şeyi böylesine birden bire ve tamamen değiştiren ve bir-iki dokunuşta, yani M.Ö 11000, M.Ö 7400 ve M.Ö 3800’ler civarında, ilkel göçebe avcıları ve yiyecek toplayıcılarını, çiftçilere ve çömlekçilere, derken şehir kurucularına, mühendislere, doktorlara, yargıçlara, rahiplere dönüştüren şey neydi? Tüm bunlar niçin oldu?

Sümerlerin bu yüksek uygarlığının birdenbire nasıl ortaya çıktığına dair halkın hazır bir cevabı var. Bu cevap, ortaya çıkarılan on binlerce kadim Mezopotamya yazıtından birinde şöyle Özetleniyor: “Güzel görünen her neyse, tanrıların lütfuyla yaptık.”

Sümerin tanrıları. Kimdi onlar? Sümerin Tanrıları Yunan Tanrıları gibi miydi? Bu tanrılar insanlar gibi yaşar, sevinir, üzülür, kızar ama gerektiğinde göklere çıkar, yerin altına inerlerdi. Bütün bu tanrılar sistemine ilişkin bilgilerin Yunanlılara Yakın Doğu’dan göçtüğüne hiç şüphe yoktur. Çünkü benzeri şekilde fakat farklı isimlerle aynı bilgileri çok önceleri Sümer’de ve sonraki dönemlerde, yakın uygarlıklarda bulmak mümkündü.

Eski ahit incelendiğinde de karşımıza çıkan bir çok hikayenin kökenini Yakın Doğu halklarının geleneklerinde bulunan söylencelerden aldığı ortaya çıkmaktadır. Anlatılan bir çok olay kulağımıza tanıdık gelmektedir. İnsanın yaratılışı ile ilgili değişik versiyonlar olmakla birlikte esası, hep buralarda anlatılan hikayelerin bir benzeridir. Tekvin kitabının 6. Babı’nın başında Ademi izleyen nesiller boyunca insanoğlunun yayılışının gözden geçirilmesi ve Tufandan önce insanoğlunun ilahi büyüden kurtulup gözünün açılması anlatılır. Şöyle der:

Tanrı oğulları

İnsan kızlarının güzel olduklarını gördüler,

Ve bütün seçtiklerinden

Kendilerine eş aldılar.

Bu dizelerin ima ettikleri ve Sümer’in tanrıları, onların oğulları ve torunları, taunlar ve ölümlüler arasında bir arada yaşamaktan kaynaklanan yani ilahi evlatlarla ile ilgili hikayeler arasındaki paralellikler, İncil’deki dizeleri okudukça daha da artar:

Rab oğulları insan kızlarına vardıkları,

Ve bu kızlar onlara çocuk doğurdukları zaman,

O günlerde, hem de ondan sonra,

Yeryüzünde Nefilimler vardı,

Bunlar ebediyetin kudretli olanlarıydı,

Şem halkıydı.

Burada “Nefilimler vardı” ifadesine dikkat etmek gerek. Bu konuda birçok yorum olmasına karşın 19. yy. İncil yorumcularından Malbim bunu “Aşağı Düşmüş Olanlar” olarak çevirmiştir. Bu noktada dikkatlerimizi Sadıklar Planı Tebligatı’nda yer alan bölüme çekmek isteriz:

.. beşer, yani devrenin yeryüzü insanı, kendi maddi kalıbını iki kanaldan aldı. Birincisi, dünya dışı bir seyyarede (gezegende) meydana getirilen ve aynı zamanda dünya şartları içerisinde maddi varlığını devam ettirebilecek bir kabiliyette olan bir varlık, daha doğrusu bir kalıp ve buna muvazi (paralel) olarak ondan daha sonra yeryüzünün tabi evolüsyonu ile ortaya çıkan bir kalıp. Bu kalıp arz dışı bir kalıp tarafından aşılanmış, ıslah edilmiş, mükemmel hale getirilmiştir. Bunun en basit yolu, Tanrı oğullarının dünya kızlarıyla evlenmeleri sureti ile olmuştur. Bu cümle Kitabı Mukaddes’te vardır. Demek ki, yeryüzünde mevcut olan, halihazırdaki sizler, bir aşılanma sonunda ve daha sonra meydana gelen muhtelif aşılanmalar sonunda, şu andaki seviyenizi bulmuş durumdasınız. Ve artık aşılanma müddeti bitmiştir.

İnsanlık, elindeki bilgileri iyi değerlendirirse kendisine verilmiş birçok ipucu vardır. Bu ipuçları bize insanlığın büyük macerası hakkında bazı imalarda bulunmaktadır. Geçmişini anlayan geleceğine daha sıkı sarılabilir. Çünkü resmin bütününü kavramaya başlar ve hedefini bilir.

SADIKLAR PLANI

İnsan, İlahi Kanun ve Murad istikametinde teşkil olunmuş en mükemmel bir varlıktır. Bu varlık, bütün İlahi Prensip ve hürriyet içerisinde, kendi hürriyet ve iradesini kullanma salahiyetini (yetkisini) almıştır. Varlığın bu şekilde, iradesini istimal (kullanmak) etmek ve tekamül etmek tarzı, onun geçici olarak kabalaşmasına, salahiyetinin ve liyakatinin düşmesine sebep olmuştur. Bütün kürelerde yaşamakta bulunan varlıklar, şekl-i suret olarak insanda temsil olunur.

İnsan, sadece arzın insanı değildir. İnsan, baştan ayağa kadar Kaadir-i Mutlak Yaradan’ın en halis bilgisinin bir ifadesidir. Siz, her şey de olduğu gibi sadece duygularınız ve zihni muhtevanız ile karar vermek zorundasınız. Ve işte bu zorunlu hal sizi, şüphesiz geçici olan bir yanılmaya itmektedir.

İnsan, yaratılmış olan varlıkların en mükemmelidir. Onun ruhi cevheri Kaadir-i Mutlak Yaradan’ın bütün Muradını ihtiva edecek şekilde merkezileşmiş yüksek bir cevheri haizdir. İnsanın kendini bilebilmesi fonksiyonu, tekamülün kendisidir. Kainatta tekamül etmekte olan başka varlıklar da vardır. Sizlerin olduğu gibi, onlar da aynı şekilde fakat çok daha üstün ve daha salahiyetli bir tarzda ruhi irtibatlara geçerek, tekamüllerine devam ederler. Onların ve sizin bağlı olmuş olduğunuz Rabblerin Rabbi olan Plan aynıdır. Dünya tekamülü, diğer kürelerle beraber büyük bir kadere tabidir.

Şu farkla ki, sizler, bir merhalenin sonlarına gelmiş bulunmakla beraber, onlar bir merhalenin içine girmiş oluyorlar. Şunu demek istiyoruz ki: Yüksek Ruhi İdare Planı, birinin yerine diğerini ikame edecek tarzda varlıkları kendi vazife planlarına doğru çekmektedir. İşte bu yüzden Yüksek İdare Mekanizması, büyük tekamül, plan ve kaderi içerisinde meydana getireceği yer değiştirmelerinin İlahi Murad’a uygun bir tarzda tecellisi için, onları sizlerle, sizleri daha geri planlarla alakadar, vazifedar ve fonksiyoner kılar. Hepiniz nev’i beşer olarak mukaddessiniz.

Beşer île İnsan arasındaki münasebetler: Beşer varlığının özünü teşkil eden esas, insan varlığının özünü teşkil eden esasta birleşirler. Yani özde birleşirler. Bu zaten varlığın zuhuru (ortaya çıkışı) esnasındaki ayniyetin (birliğin) ifadesinden başka bir şey değildir. Aradaki en büyük fark, insan prototipi ile şimdiki durumda bulunan beşerin, cevher ve şuur muhtevaları birbirinden çok farklıdır. Bu da tekamülün zaruri bir neticesidir.

Cevher ve şuur, daima tekamül vetiresine uygun olarak kademeli bir tarzda tadilata boyun eğer. İsteyerek bu tadilatı kendi bünyesinde gösterir ve ancak bu tadilat, insan prototipinin Özünü kendi bünyesinde teşkil edinceye kadar devam eder. Maddi yapı, ancak, cevherin kudreti ve kesafeti nispetinde seyyaliyet, mükemmellik, olgunluk ve faaliyet kesbeder (kazanır) ki siz, kendi bedeni teşekkülatınızın, yapınızın vasıflarını iyice bir gözden geçirirseniz ve buna kendi anlayışınız çerçevesinde bir kalite, bir vasıf damgası vurursanız. İşte o nispette de cevherinizin durumunu tayin edebilirsiniz.

Denilebilir ki, sizin cevheriniz, yani, öze desteklik eden yüksek unsurunuz, henüz şu andaki bedenlerinizin yükünü taşıyabilecek kudrettedir.

Onları organize, onları ahenktar, onları faal halde tutabilecek, fakat kendi cirmi (büyüklüğü) ve derecesinde ahenktar tutabilecek bir yapıdadır.

Muhakkak ki, yeryüzündeki beşerin ömrü kısadır. Muhakkak ki, vücudun ahenkli gidişi, birçok inkıtalara (tükenmelere) uğramaktadır. Muhakkak ki, yıpranma süreniz çok çabuk sona ulaşmaktadır. Bundan şu müteal neticeyi çıkarabilirsiniz: Cevher olarak biz, maddi organizmamızı uzun müddet ahenktar, ömürlü, sağlam, fonksiyona daima hazır vaziyette tutamıyoruz

EVRENDE ZEKİ HAYAT HAKKINDAKİ ARAŞTIRMALAR

Canlılık konusu sadece dünyayla sınırlı bir olgu değildir. Genel anlamda canlılık konusu evrensel bir olgudur. Bunu dünya gibi küçücük toz zerresi kadar olan bir uzaysal obje ile sınırlamak çok dar bir görüştür. Çünkü bugüne kadar yapılan araştırmaların sonucundaki bilgiler, belgeler, gözlemler ve araştırmalar bizlere bunu söylüyor. Kısaca uzaysal bilgilerimizi hatırlayacak olursak Galaktik ölçüleri veya Güneş sistemi ile ilgili ölçüleri göz önüne getirirsek bir de dünyanın boyutlarını göz önünde tutarsak görüyoruz ki şu an üzerinde yaşadığımız dünya gezegeni bu boyutlar ölçüsünde hemen hemen hiç durumundadır. Dolayısıyla bu küçücük ölçüler içine canlılık gibi evrensel bir olguyu sığdırmak, sıkıştırmak ne kadar doğru olur? Çünkü şu anda dünya dışı canlılıkla ilgili pek çok belge, gözlem, araştırma ve hatta tarihsel bulgular bulunmaktadır. Bu bilgiler ışığında Evrende yalnız olmadığımız gerçeği çıkıyor ortaya. Dünya dışı canlılık konusu bir olasılık değildir. Dünya dışı canlılığın yaygınlığı söz konusudur. Evrenlere dağılmış olması söz konusudur. Hatta çok değişik şuur düzeylerindeki varlıklar evrenlere yayılmış vaziyettedir.

Dünya dışı canlılık konusunda yapılan araştırmalarda meteorların üzerinde yaşayan çeşitli mikroorganizmalar ortaya çıkarılmıştır. Ve bunların yanardağların içinde, lavların içinde, asitlerin içinde bile yaşadıkları tespit edilmiştir. Kaynar suyun içinde yaşayan canlılar keşfedilmiştir. O halde klasik anlayışa göre bunların gerçek olmaması lazım. Dolayısıyla Canlılık, evrenin çok değişik ortamlarındaki değişik hayat şartlarına, değişik zaman ve mekan ortamlarına uyum sağlayabilmiş bedenli varlıklar tarafından sürdürülen, yaşanan ve sürüp giden bir olgudan başka bir şey değildir:

Evrende Zeki Hayat Konusu, yani Dünya Dışı Gezegenlerde Hayat Var mı? Sorusu birçok Bilim adamı tarafından araştırılmaktadır. Isaac Asimov: “uzayın derinliklerinde hayat sadece bir olasılık değil, kaçınılmaz bir şeydir. Çünkü evren dünya şartlarıyla aynı düzeyde, ondan daha mükemmel bizim anladığımız manada bir canlının yaşamasına elverişli şartları ihtiva eden milyarlarla ifade edilebilecek yapılarla doludur. Bu türlü şartlan kendi üzerinde toplamış olma vasfına sadece ve sadece küçük bir dünya varlığına bağlamak son derece bencil ve dar bir görüştür; Çünkü sadece gözlenebilen evren bile dünyaya göre tahayyül edilemeyecek, hesaplanamayacak kadar sonsuzdur.” Demiştir.

Bu yaklaşımla yaptıkları hesaplarla uzay bilimciler kolay kolay görmezlikten gelinemeyecek rakamları gözlerimiz önüne sermiş bulunuyorlar. Örneğin: Astronom Harlow Shahley’e göre teleskopların görüş alanı içinde (100 Katrilyon) adet yıldız bulunmaktadır. Bu yıldızların binde birinde hayat için elverişli koşulların bulunduğunu kabul ederek, geriye (100 Trilyon) adet yıldızın kaldığını söylemektedir. Bunların da binde birinde hayata uygun atmosferin bulunduğunu farz ederek, geriye (100 Milyar) adet yıldızın bulunabileceğini ileri sürmektedir. Daha da ileri giderek, bunların da binde birinde hayatın ortaya çıkabileceğini kabul edersek, şu anda üzerinde hayat olan gezegen sayısı (100 Milyon) adettir. Isaac Asimov, sadece galaksimiz samanyolu’ndaki yaşanabilir gezegenlerin sayısının 650 Milyon olması gerektiğini hesaplamıştır. Buna bağlı olarak en azından gözlenebilir evrenin tümünde 2 milyardan fazla yaşanabilir gezegen bulunmaktadır.

Isaac Asimov, yukarıda vermiş olduğumuz rakamlardan (650 Milyon) hareketle dünyadaki uygarlık gelişimini de hesaba katarsak 540 gezegende zeki türlerin bulunduğunu, bunların tarımla uğraşıp kentlerde yaşadıklarını ileri sürmektedir. Galaksimizdeki 270 gezegende zeki yaratıklar yazıyı bulmuş, 20 gezegende modern bilim gelişmiş, 10 gezegende sanayi devriminin benzeri meydana gelmiş, 2 tanesinde nükleer enerji geliştirilmiş ve bu iki uygarlık tükenişlerinin eşiğine gelmiştir.

Dünya dışı canlılık yani bilimsel adıyla Ekzobiyoloji konusunda yapılan araştırmaları 3 ana başlık altında incelemek mümkündür.

1-Meteorlarla ilgili araştırmalar

2- Yapay atmosfer araştırmaları

3- Radyoteleskoplarla yapılan Yıldız dinleme operasyonları.

Meteorlarla ilgili araştırmaları şu şekilde özetleyebiliriz. Biliyorsunuz dış uzaydan dünyamıza sürekli olarak meteor yağmurları olmaktadır. Dolayısıyla dünyamıza dış uzaydan gelmekte olan bazı partiküller var. Bunların üzerinde yapılan araştırmalar sonucunda bilim adamları organizma sporlarına rastlamışlardır. Aminoasitlere, Yağ asitlerine, Hidrokarbonlara ve organik bileşiklere rastlamışlardır. Hatta Meteoritlerden alınan bir kültür bile oluşturulmuştur.

Yapay Atmosfer araştırmaları 1953 yılında Stanley Miller adlı bilim adamının dünyanın oluşumu sırasındaki atmosferini laboratuvarda yapay olarak meydana getirmesiyle başlamıştır. O atmosfer çok ilginçtir. Metan, Su buharı, Amonyak, Karbondioksit ve Siyanhidrik asit bileşiklerinden oluşmuştur. Görüldüğü gibi bunların hepsi su buharı hariç şu anda canlılar olan bizler için zehir durumundadır. Yani dünyada canlılık şu an bizler için zehir sayılabilecek bir ortamda başlamıştır. Yapılan bu araştırmaların sonucuna göre Evrende canlılığın, hayatın meydana gelebilmesi için suyun ve oksijenin şart olmadığını göstermektedir.

Dünya Dışı Zeki Hayatla ilgili olarak ihtimal hesaplarına dayalı bu tahminlerin yanısıra Radyoteleskoplarla yapılan araştırmalar da ilerliyordu. Dünya Dışı Zeki Hayat’ın radyo astronomik araştırmasıyla ilgili olarak 1959 yılında “Nature” dergisinde yayınladıkları bir makalede (Yıldızlar Arası Haberleşme Araştırmaları) galaktik uygarlıklarla bağlantı kurmada en ideal frekansın Nötral Hidrojenin frekans çizgisi (1420 Megacycles / sn) olabileceğini söylüyorlardı. Bundan 1 yıl sonra (1960) Amerikalı Astronom Frank Drake’in yönetiminde West – Virginia (Batı Virjinya) Grean Bank’daki ulusal radyoastronomi gözlem evinde “Ozma Projesi”nin uygulamaya konulduğunu görüyoruz. Bu projeyle 11 ışık yılı uzaktaki Epsilon Eridani ve Tau Geti yıldızları ele alınmıştı.

Bu çalışmadan 2 yıl sonra (1962) ünlü Rus Astronomu Shklovsky’nin “Evren, Hayat, Zeka” adlı kitabının yayınlanmasına tanık oluyoruz. Bundan 3 yıl sonra (1965) Amerikalı Astronom Carl SaganShklovsky‘le birlikte bu konuda ortaklaşa bir araştırma yaparak, konunun temel eserlerinden olan “Evrende Zeki Hayatı” meydana çıkardılar. Tüm bu gelişmeler Rus ve Amerikan uzay bilimcilerini Eylül 1971’de Ermenistan Akademisi’ne bağlı Byurakan Astrofizik gözlemevi’nde bir araya getirdi. Dünya’nın çeşitli ülkelerinden gelen gözlemcilerin önünde bu iki ülkenin en seçkin uzay bilimcileri “Dünya Dışı Uygarlıklarla Haberleşme” konusunu enine boyuna tartıştılar.

Uluslararası nitelikte Byurakan, Dünya Dışı Uygarlıklarla Haberleşme Konferansından sonra (1979) konuyla ilgili olarak ABD’de önemli bir adım görüyoruz. Zeki sinyallerin Radyoteleskoplarla dinlenmesiyle ilgili olarak “Search For Extra Terrestrial Intelligence” (SETI) adıyla Jet Propolsion Labaratuar’ında bir proje başlatıldı. Planetary Society tarafından kurulup, organize edilen SETI projesi yakında (1984) genişletildi. Meta MegaChannel Extra Terrestrial Asey) adı verilen bu genişlemeyle projenin kapsamı 64 kat artırılmıştır. Harvard Üniversitesi’nden Paul Horowitz’in Harvard Koleji’ni Oakridge‘deki radyoteleskopunu 7 Mart’ta kullanmaya başlamasıyla araştırma fiilen başlamıştı. O günden beri 84 – foot (feet) genişliğindeki çanak anten zeki sinyaller yakalayabilmek için 131.000 kanal taradı. (1985) yılında devreye sokulması düşünülen yeni genişletme ileri bir seferde 8.4 milyon kanal’ın aranması olanağı doğmuş olmaktadır. “Araştırmanın bu şekilde genişletilmesi onu dünyanın en büyük analiz edicisi haline getirmiş olacaktır. Özellikle bizim için yayım yapmasa da herhangi bir dünya dışı medeniyeti belirleyebileceğiz.” demektedir. (Alıcının yapımcısı, fizikçi ve elektronik uzmanı Horowitz) Cihaz Arecibo, Puerto Rico’daki 1000 feet‘lik dev çanak antende sınandı. Bu deneme sırasında güneşe benzer 200 adet yakın yıldız tarandı programın 1988’e kadar sürdürüleceği bildirilmektedir. (Astronomy, Mart 1988) Bu çalışmaların paralelini Rusya’da da görüyoruz. Örneğin, Gorki gözlemevi Müdürü Prof. Vesvolod Troitsky, “Başka medeniyetlerin bizi elektromanyetik dalgalarla taradığına kuvvetle inanıyoruz. Bunun sonuçlarını er veya geç alacağız” demektedir. Prof. Troitsky’nin belirttiğine göre Kuzey Kafkasya Dağları’nda yeni ve büyük gözlemevi 1973′te açılmıştır. Bu gözlemevinin optik teleskobu Palomar Dağı’ndaki 200 inçlik teleskoptan daha büyüktür. Radyoteleskobu ise 2000 feet çapındadır. Bu iki teleskop zeki sinyallerin saptanması çalışmalarında dönüşümlü olarak kullanılacaktır. Moskova Devlet Üniversitesi Radyo Astronomi Direktörü olan Prof. Josif Shklovsky dünya dışı bir medeniyetle temasın çok yakın olduğunu ifade etmektedir. Tüm bu gelişmelerin paralelinde dünyanın çeşitli üniversitelerinde konuyu incelemek amacıyla “Ekzobiyoloji” adı altında dünya dışı hayatı araştıran kürsüler kuruldu. Bunlara örnek olarak: Alabama, Mississipi, Hamburg, Kiel, Utretch, Mainz, Boston Üniversiteleriyle Edison Sommunity, Moorpark Junior, Victor Halley ve Londra’da ki Marley Koleji‘ni gösterebiliriz.